14 Nisan 2010 Çarşamba

takıntı..saplantı..çalıntı.. bulantı.. TI

hepimizin takıntıları vardır sanırım..
batıl inançlardan tutun da, çok manasız gibi gözüken ama sizin için bir anlam taşıyan hal ve tavırlar...
benim de var takıntılarım tabii..
ama burda açığa vurma niyetinde değilim elbette :)
bi hastalık boyutuna gelmedikçe zararı olmadıgını düşünüyorum..
takıntılı olmak da bi tarz meselesi neticede :):)
bir de saplantı boyutu var işin..
o boyutu da yaşamışlığım var malesef...
birine, bir olaya, bir duruma karşı saplantılık..
korkunç..
kendinizi kollayın kollayabildiğiniz gibi..
yoksa cok acı çekersiniz.
çok canınız yanar..
(tecrübe konuşuyor burda herhalde..)
bundan 7-8 sene önceydi sanırım..
saplantısı oldugum "şey"in..
ve o "şey"in umrunda olmayışım'ın...
sonra yaşanılan sancılı dönemlerin..
kabus gibi..
her an aklında..
bişi yapıyorsun ve acaba o "şey" diye aklından bir saniye olsun çıkmıyor..
belki kıyas yapıyorsun etrafla..
onla yaşıyorsun içinde.. alabildiğine..
ama onsuzsun aslında ölümüne..
benimki çok uzun sürmüştü..
2 yılımı vermişimdir nerden baksan..
ve kendimi heba etmişim şimdi bakınca..
kendimden olmuşum..
sonuç?
tabiki elde kalan; içi boş, yuvarlak, kocaman bi SIFIR..
sonra çalınan yıllarımız => çalınTI
sonra bulanan beyinlerimiz => bulanTI
sonra saplanan kalplerimiz => saplanTI
eşittir TAKINTI...

8 Nisan 2010 Perşembe

shall we dance?

yıllar sonra fark ediyorum ki akordiyonun o tınısı beni büyülüyor..
şimdi yine çalıyor..
aynı parça...
dans ettiğimi düşlüyorum..
ayaklarım çıplak..
kırmızı elbisemin uçuşan etekleri..
rüzgarda dağılan saçlarım..
tatlı yorgunluğunda kalbimin ritmi ve müziğin birleşimi..
hadi bana eşlik edin..
shall we dance?
(gülücük)

2 Nisan 2010 Cuma

zinciri kopuk salıncak misali..

beni şaşırtmayı severdi..
sürprizler yapmayı..
mutlu etmeyi..
akşam 6da işten cıkıp (İstanbul'dan) Bursaya gelir ve yalnızca beni 10dk. görüp geri dönerdi mesela..
büyük heyecandı..
büyük sürprizdi..
sevdiğim şeylere dikkat etmiş olurdu ve gelirken getirirdi Cicibebemi, Domates Çorbamı ve Earl Grey'imi...
haber vermezdi hiç geleceğinden..
pat diye karsımda bulurdum onu..
heyecanlanırdım..
mor adayı göstermişti bana..
en sevdiğim renk olan mor ve huzur dolu bir ada..
oraya gidicektik birlikte..
sözü vardı..
kivi yiyecektik sonra orda..
cok severim cünkü onu da...

bi keresinde İK zirvesi vardı ve görevliydim..
hastaydım ama görevliydim..
orda olmak zorundaydım..
ama heran birinin üzerine kusabilirdim..
müthiş bir mide bulantım vardı..
keyifsizdim..
saat ilerliyordu..
akşam üzeri 3-4 gibiydi..
bizim standımızın karsısında biri durmus beni izliyordu..
inanamadım..
karsımdaydı..
yine bir süpriz..
ve midem bulnaıyor diye aldıgı tuzlu cubuk..
(adetimdir, midem bulanırsa illaki yerim =) )
bir kez daha etkilemişti beni..
şu iki yıl içinde büyük sürprizler yapmıstı..
ta ki elde edene kadar..
hep böyle oluyor sanırım..
bir şeyi elde edene kadar çabalıyorsun, elde ettinmiydi bitiyor senin için önemi..
nasılsa cepte diyorsun "o"nun için..
ve her şey monotonlaşmaya başlıyor..
durağanlaşıyor..
heyecanını yitiriyor..
bir ilişkide heyecan olmazsa aşk da olmaz..
hani demişti ya kürşat abimiz "salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın".
bizim salıncagımızın zincirleri kopmustu belki de..
üstelik saygısızca..
beklenmedik biçimde..
aniden..
bir birikimdi belki kimbilir...
ama çabalamadı..
çabalamadım..
çabalamadık..
BİTTİK.....
şimdi ruhum zinciri kopmuş salıncak misali..
devrik devrik sallanıyor...